Cennet ile cehennem arası bir yerde yaşamak. Araf’a yazılmak bile bile. Cennette yaşamayı seçemezsin. Çünkü orası da içinde deli fırtınalar koparken sana cennet olmayacaktır zaten.. Cehennemde yaşamak istemezsin. Çünkü zaten o cehennemi biraz da olsa cennete çevirmek amacındır senin. Pek çok kimse gibi Musa Anter’de Araf’ı seçti, yaşadı, savaştı ve gitti… Kim bilir belki de Cennete gitmiştir bu kez. Ama şu anda Anter’in bizler için önemi, bu dünyanın gerçekliğinde bıraktığı izleridir yere basan duruşuyla. O görevini yaptı. Yolunu çizdi. Sedasını göklere haykırarak bıraktı. Öte yandan silik, kimse olmayı seçmemiş, kendini tamamlayamamış, var olanı tüm hasediyle karanlığa çekmek isteyen gölge insancıkların yegane görevi böylesine yiğit insanları daha çok yüceltmekten başka ne olabilir ki? Aslında bu haliyle bile iyi iş çıkarıyorlar diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Onları bağışlamayı biliyoruz belki de. Musa Anter’in yapacağı da bu olurdu.. Yaşar Kemal bağışlamasa da.
Ya Araf’ta tiyatro yapmak? Kürtçe tiyatro, Kürt tiyatrosu da Araf gibi… Bu önemli misyonu gerçekleştiren Tiyatro Avesta’nın iki kişilik ekibi Aydın Orak ve Cihan Şan önemli bir oyun çıkartmışlar ortaya. Tiyatro Avesta iki kişilik ancak, bir çok iyi ad da çalışmalarıyla konuk oluyorlar oyuna. Araf’ın künyesini sona saklıyorum.
Musa Anter nam-ı diğer Apê Musa’dan söz etmek isterim. Oyunda; gerçek bir Kürt aydını olan Musa Anter’in yaşamına sığdırdığı pek çok hatıralarını görüp izliyorsunuz. Türkiye’nin ilk kadın muhtarı olan annesine göre 75, nüfus cüzdanına göre 72 yaşında hayata veda eden ve aslında dilersek zaman kavramının olmadığını kabul edip 55 yaşında da olabilecek Musa Anter’i daha yakından tanıma fırsatı yakalamış oluyorsunuz. Hem oyun metni çok iyi hem de tek kişilik performansıyla Aydın Orak çok başarılı. Aydın Orak ayrıca oyunun yönetmenliğini de yapmış. Bir tür belgesel niteliği taşıyan izlencede epik bir anlatım kullanılmış, dramatik olan göz ardı edilmeden.
Araf’ın temel konularından biri olan, Kürtçe ıslık meselesiyle de oldukça popüler hale gelmiş diyaloglarıyla da traji-komik unsurlar ön plana çıkıyor.
Düşünüyorum da iki dudak arasından çıkan ıslığın ezgisinin Kürtçe olduğunu anlamak için iyi bir Kürtçe şarkı repertuarına sahip olmak gerekir. Yoksa nerden bileceksiniz o ıslığın ezgisinin yöresini, makamını. Kendini İstanbul’lu ve Mardin’li olarak tanımlayan Apê Musa için, Cihan Şan tarafından yazılmış Araf adlı oyunda iki dilli, iki kültürlü, iki kentli sunumla bugünlerde unutturulmaya çalışılan kardeşlik, barış, özgürlük gibi olgular hatırlatılıyor. İkilem gibi…
Tek olma bilincini savunurken, insanlık için köprü olmaya çabalarken, nedir bizi kendimizi savunmaya iten gerçekler?
Temelde olmadığına inandığım insanları böylesine ayrımcılığa iten dinsel, dilsel, ırksal yanılsamalara ihtiyacın nerden geldiğini düşünmeye zorlayan bu türden savaşlardır. Bu kavgaların çıkış noktası insanları ikilik karmaşasına çeken ve bölen zihniyetler olduğunu fark etmek.
Savaşları organize etme eyleminin çıkış noktaları.
Sonra bunu değiştirmek için örnek olmak, köprü olmak. Aslında bir olduğumuzu bir yerden gelip bir kaynağa doğru yol aldığımızı bilmek.
Sanatın en sağlam kanalıyla da bunu topluma aktarabilmek. İşte bu yüzdendir ki sanatın önü kesilir, yasaklanır. Bu aydınlık yolu tıkamak, insanlığın uyanmasını istemeyenlerce mubah sayılır. Işık ile karanlığın savaşı; barışa, birliğe, uyanışa hizmet ettiği için en görkemli savaşım halidir. Ve işte ancak bu türden bir savaş tam bir ihtilal (devrim) olur insanlık ve benlikler için.
Oyun, bugünlerde unutturulmaya çalışılan, kardeşliği, ülkemizdeki toplumsal barışı hatırlatıp hoşgörüye davet eden iletisiyle ön plana çıkıyor. Türk- Kürt kardeşliğinin öncüsü olarak kabul edilebilecek gazeteci, yazar, şair Musa Anter’in mizahi yaklaşımıyla trajik durum eğlenceli bir seyre de dönüşebiliyor zaman zaman. Öyle ki seyirci kitlenmiş bir durumda izliyor oyunu. Seyirciler sinevizyondaki görüntülere pür dikkat bakıyor. Sonra Musa Anter’in eşi Ayşe Hale Anter, Mehmet Uzun, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Sabahattin Ali, Mazlum Doğan, Cegerxîn,Yılmaz Güney, Neyzen Tevfik görünüyor bir bir alkışlar kopuyor. Seyircinin kimi daha çok tanıdığını ya da sevdiğini alkışın ritmine ve tonuna göre anlıyorsunuz. Yine devler geçidi devam ediyor, Ahmed Arif, Aziz Nesin, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan… alkış! Halide Edip Adıvar görünüyor, tık yok salonda… Üstelik tek kadın yazar olarak göze çarpıyor olsa da… Üzülüyorum bir an. Kendime dönüyor gözlerim, gözlemci edamla durmuş, ellerimi çırpıp durmayı hepten unutmuşum. Ama gözlerim dolu dolu olmuş çoktan. Sonra Celal Bayar, Adnan Menderes Yassıada duruşmalarındaki görüntüleriyle çıkarlarken ekrana, yine alkış! Milletin kafası iyice karışmış, anlaşılıyor…
Feqi Hüseyin, Yaşar Kaya, İsmail Beşikçi Kürt Enstitüsü’nü açarlarken fonda “Sarı Gelin”, mest oluyorsunuz Efkan Şeşen’in müzikleriyle. Video Yönetmeni olarak özgün tarzıyla Hüseyin Karabey’den başkası olamazdı zaten diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Ve başarılı ekibin devamında; Proje Danışmanı; Turgay Tanülkü, Asistanlar; Bîlal Bulut, Necla Özay, Aram Dildar, Işık; Ahmet Çay, Efekt; Özgün Yarar, Montaj; Cenk Örtülü, Afiş-Poster çalışması ise; Fîlîz Çağın, var.
Bir de annelere edilen küfürlere çok gülüyoruz!
Çok sevilen anneleri belden aşağı küfürlerle neden böylesine ihya ederler? Acaba küfürü savururken öfkenin muhatabı olan şahsı doğurdu diye midir bu teveccüh? Bunu en aydınından en aydınlanmamışına kadar herkes yapabiliyor üstelik. Doğrudan muhatabı ile temasa geçmek daha doğru olmaz mı?
Ve oyunda en sevdiğim replik: “Gülsen de ağlasan da vazgeçtim bu dünyadan bir tek ölüm paklar beni demeyeceksin.” – “Tu bikene jî bigirî Nebêje ez dev ji dinyayê berdidim û êdî tenê mirin xelasiya min e.” …
Bir yanıt bırakın