Bu millet belli bir kesimin tutturduğu nutukları dinlemeye devam edecek mi? Bana kalırsa Savaş ile Barış’ a kulak verelim. Empati yapalım biz.
“Savaş” ile “Barış” ı anlamak gerekir. Bu iki kelime üzerinde düşünelim.. Bize anlattıkları nedir bir bakalım.
Neden savaşa kötü derken barışa iyi deriz? İyilik ve kötülük kavramlarına girmeyeceğim ama temelde bunların bize sunduğu anlamlar insani vasıflara özgü durumları ortaya koymuyor mu? Bu yüzden her şeyi; iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi bazı tanımlamalara, kalıplara sokmuyor muyuz?
Savaşarak barışa ulaşılmak isteniyor. Bu yaman bir çelişki değil mi?
Oysa savaşın olumlu yanı da var. Amaç barışsa, bir halkın bağımsızlığıysa, sömürüsüz bir dünya içinse…
Eğer ortada bir özgürlük savaşı varsa, barış durumu korumak anlamına gelmez mi?
Savaşmadan hak aranabilir mi?…
Savaş’ın diğer adı “mücadele” olabilir mi?
Bir kısım insanı fırınlarda yakarken, çukurlara topluca gömerken, nasıl bir barış sağlanabilir ki? Ya da yağmalarken kardeş kardeşi…
Direnenlerin savaşı sürmesin mi o zaman? Ya da işkenceler sürsün mü?
Barış’ın diğer adı teslimiyet olabilir mi peki?
Ölüm haberleri ile sarsılan, yürekleri yanan “Barış Anneleri” barışı sağlamanın bir neferi haline gelebiliyorlar. Ve bunu da mücadele, destek ve teslimiyet ile yapıyorlar…
Barış sürecine katkı sunmak isteyen sanatçıların sanatsal üretimleri kısıtlanmaya devam ediyor olumsuz savaşlara hizmet edenlerce… Ancak sanatsal üretimler devam ediyor cesaretle. Ya cesaretin değeri hangisine yüklenmeli?
Direnmek sanatın ya da korunmanın bir parçası ise eğer;
“Barış ateşiyle yanan savaş yapıcı girişimlerin ortak tragedyasını izliyoruz.”(…)
Savaş edasıyla barış istençli girişimler de çoğalıyor her an.
Ve Barış diye haykıranlar olumsuz savaşlara meyilli kesimler olabiliyor.
Bu ayrılmaz ikilinin birçok yüzünün arasındaki çekişmelerin insana, insanlığa, hayata yansıyan halleri yaşanıyor. Bu yansımalar bize mesajlar veriyor farkedin diye…
Bütün bunlar neye hizmet ediyor sizce, düşünün?
Sıkılın!
Değişim ve dönüşüm sıkılınca başlar.
Her şey olması gerektiği gibi akıyor diyelim… Olanları olduğu gibi kabul edip duracağın tarafı belirleyeceksin “ya aydınlık ya da karanlık taraftır bu” …
Ancak; durup şu sözcüklerin içerik, anlam ve önemine bir daha bakmak şart oluyor.
İrdeleyince görüyoruz; savaş dedikçe savaşı, barış dedikçe de barışı besliyoruz. Kendi içimizdeki duygularımızın yönünü belirlemeliyiz. Biz kapımızın önünü temizlersek herkes bunu yapmaya yönlenirse eğer ancak o zaman dünyada temizliğe doğru gidilebilir… Ya sonra?
Eğer kişi, benliği ile kendi arasında bir savaşım gerçekleştiriyorsa o gerçek bir savaşçı olur. Savaş sözcüğünün barışın zıttı olmadığını çözer. Barış ile savaşın birbirine ayna tuttuğunu anlar. Benlik ile öz arasındaki savaşı başlatmıştır çünkü! Anlamıştır ki savaş barışa, barış da savaşa hizmet eden kavramlardır..
Hiç kimsenin hakkına, insanı insan yapan temel değerlerine saldırılamaz. Hükmedilemez! Acıtılamaz. Koşulsuzca diyebilmek önemlidir bunları.
Bilinmelidir ki birinin canı yansa ya da mutlu olsa, döngü yasası mutlaka işler…
Bu durumdaki olasılıklar ne?
Milletler taşıdıkları kinlerden ötürü statü kavgalarını sürdürmeye devam etmeyip, bu yöndeki savaşımları bırakabilirlerse, gerçek barışı büyütüp besleyebiliriz…
“Savaş ile barış’ı” anlayıp, kendi içimizde dönüştürmeden, savaş da barış da kendilerini ifade etmeye devam edeceklerdir yan yana durup…
Onlar uyanık halde “yan yana” duracaklardır… Çünkü onlar kendilerinin farkında olan, iki sözcükle sınırlı olmayan iki tamamlayıcı olgudur.
Sorun bizim farkında olamamamızda ve algılarımızdadır.
Kısacası sorun karanlıklarımızdan özgürleşemememizdedir…
Bir yanıt bırakın