Çocuk Tiyatrosu ve ‘Yaşama Hakkı’

Çocuk Tiyatrosu, ülkemizde acilen ele alınması ve önemsenmesi gereken ciddi durumlardan biri. Çocuklarla sağlam köprüler oluşturmamız gerek. Onlarla birlikte ya da onlar için ne yaparsanız yapın, yaptığınızı kendi süzgeçlerinden geçirip kendileri için en doğru olanını algılarlar eninde sonunda. Öyleyse önlerine yaratıcı olanaklar sunmalıyız çocukların. Bunun için de yapılması gerekenleri eksiksiz saptamalı ve uygulamalıyız. Yetişkinler, çocukların dünyasını sanki kendileri hiç çocuk olmamış gibi davranarak anlayabilirler mi? Ön koşul bu soruya verdiğimiz yanıt olmalıdır. Kuşkusuz eğitimin anne karnından itibaren başladığını da asla unutmadan.

Tiyatro en kestirme eğitim araçlarının başında geliyor. Güldürürken eğitmekse neredeyse çocuk tiyatrosuna özgü bir durum oldu. Elbette eğlenceli olmalı eğitim. Güldürürken eğitmeye çalışan bir grup palyaço da olabilir… Bu da ayrı bir tarz ancak değişmesi gereken çok şey var. Örneğin, belli didaktik bir eğitimi, ders veren bir zihniyetle yapıyor olmak yararlı bir yöntem olamaz. Bu türden yaklaşımlar, bir tiyatro oyununda da olursa eğer, tiyatronun misyonundan da uzaklaşılmış olunur.

Çocuk tiyatrosu geleceği olan bir iş alanı gibi de görüldüğünden, buna yönelen sanatçı sayısı çok fazla. Başka açıdan, çocuklarla ilgili olduğundan dolayı kolay yapılan bir iş gibi algılanıyor. Bu durum okul öncesi eğitim öğretmenliğinde bile bu düzeyde, ne yazık ki. Bu nedenlerle hem eğitim açısından hem de sanatsal anlamda ilerlemek pek mümkün olamaz. Mustafa Kemal’in konuyla ilgili bir sözü var aklıma gelen; “En zor, önemli ve değerli meslek ana sınıfı ve ilk öğretim öğretmenliğidir. Kuşakları onlar biçimlendiriyor. Avrupa’da eğitim buna göredir ve memurlar arasında en yüksek maaşı alanlar öğretmenlerdir. “ Bu durumda çocuk tiyatrosunun üzerinde önemle durulması gereken bir alan olduğunu daha net anlayabiliriz belki. Bu gerçek önemsenmediğinden sanırım iyi metinler pek az… Oyunların çoğunda bir tekrar var sürekli. Yinelenen mesajlar. Hep sonuçların olduğu asla nedenlerin yer almadığı savrukça, alışılmış metinler…

Oysa; çocuk tiyatrosu kendi içinde bağımsız, özgün ve yaratıcı bir alan olmalı. Yine unutmamamız gereken bir durum da çocukların dünyalarını keşfetmek ancak onların gözüyle bakabilmekle mümkündür. Kaldı ki onlar zaten açık bir bilinçle geliyorlar önümüze.

Örneğin, hikayelerin estetik özellikler taşıması gerekiyor. Çocuk tiyatrosu ile ilgilenen sanatçıların üst düzeyde yaratıcı olmaları gerektiğini de hatırlamalıyız. Tüm kalıplardan özgürleşerek… Yenilikçi olmak, ezberci olmamak da yine önemli bir gereklilik. Kaldı ki tiyatro grupları çalışmalarını bilimsel temeller üzerine oturtmalı ve çalışmalara da gereken özeni göstermelidirler.

Maalesef bu işi para kazanma aracı olarak görenler çoğunlukta. Özellikle ödeneksiz tiyatrolara ait çocuk tiyatrosu etkinliklerinin hızla arttığını görüyoruz. Okullara gösteriler düzenleyen tiyatrolarda oldukça egemen olan basmakalıp bir yapı var. Bir çeşit seri üretim gibi bir yaklaşım söz konusu. Bu nedenlerle öğretmenlerin seçici olmalarında yarar var.

Peki durum Devlet Tiyatroları’nda nasıl?

Gülten Karlı’nın yazdığı, Orkun Gülşen’in yönettiği, ‘Yaşama Hakkı‘ adlı çocuk oyunu “Özgürce ve güvenle yaşamak bütün çocukların hakkıdır” iletisiyle de güncelliğini koruyor ve Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda oynanıyor uzun süredir… Oyuncuların arada repliklerinin içine devlet tiyatrolarının internet sitesinin linkini eklemeleri yararlı olmuştu. Tabii buradan uzun süredir oynanan oyundan sıkılmış olmaları ve renk katmak istemeleri ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Daha fazla izleyiciye ulaşabilmek çabaları da övülesi bir durumdur. Bu yaklaşımı çok sevdim.

Yaşama hakkını elde edebilme beklentisiyle “yeni bir dünya” ya gitme isteği her birimizin içinde var olan bir özlemdir. Bu özlemi ancak “eski dünya” dan sıkılmış olanlar duyabiliyor. Giderken kendimizi de götüreceğimizden yeni dünyayı da eskisinden beter yapma ihtimali oldukça yüksektir. O yüzden önce kendimizi yenilememiz şart. Zaten kendimiz yenilendikçe dünyamız da değişmez mi? Eski dünya sisteminde olan bütün kirli işlerden, bütün olumsuz etkilerden arınmak gerek. Yaşama Hakkı’ndaki Bayan Tilki de öyle yapıyor. İçsel bir arayış sonucu ‘eski dünyaya ait bir gazetedeki’ haber üzerine yeni dünyanın kendine göre olduğuna inanarak oraya gidiyor. Yeni dünyadakiler ona kucak açıyor. Neden sonra kaybolan bir minik serçe ile Tilki’nin üzerine yapışan o tüm olumsuz özellikler yeni dünya canlılarının da zihnini bulandırmaya başlıyor. Hemen önyargılarla Bayan Tilki’yi hain ilan ediyorlar. Onun minik serçeyi yemediğine bir çocuk dışında kimse inanmıyor … Oyunda karga , kaplumbağa, kirpi, yüreği yanmış anne-baba serçe ebeveynler; tilkiyi, kendilerini de inandırdıkları yalanlarıyla, suçlu ilan edip, yeni dünyadan gitmesi gerektiğine karar veriyorlar. Korkuyorlar tilki’den yeni dünyada bile… Bir ders verme çabasıyla ön yargılarını kırmaya çabalıyor okullu çocuk. Tilki azimle kendini kanıtlamaya çabalıyor. Serçeyi bulmaya koyuluyorlar okullu çocuğun yardımıyla. Oysa serçe kendi kanatlarıyla uçmak isteyen bir serçe olma yolunu seçmiştir çoktan. Çünkü yeni dünya çok güvenlidir. Ama yeni dünyada yaşayan serçe ebeveynler minik yavrularının tilki tarafından yendiğine inanmışlardır.

Ancak; kirpi, kaplumbağa, karga, gibi yeni dünyanın, eski dünya mizacındaki hayvanları korkularıyla, endişeleriyle, yalanlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar… Bizler de bunu görüyor izliyoruz. Bağlantıları çoktan kurmuş olan yanımdaki koltukta oturan ilkokul çocuğu kıvranmaya başlıyor. Nerdeyse koltuğunun üzerine çıkarak sahneye fırlayıp duruma el koymamak için zor tutuyor kendini. Oyun bittiğinde ise yaşama hakkının, tüm canlılar için ortak ve doğal bir ihtiyaç olduğunu anlamış bulunuyoruz …

Çocuk kalbiyle yeni dünyada cenneti yaratmak dileğiyle.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*