Yıl 1998. Bir kız arkadaşımın sevgilisi okuması için Murathan Mungan’ın bir kitabını vermiş ona. Arkadaşım kitabı bitirip geri verdiğinde erkek arkadaşı ne düşündüğünü sormuş. ” Bildiğimiz eski masalları günümüz gerçeğine gönderme yaparak yeniye uyarlamış ” diye düşüncelerini açıklamış kadın. Adam ile kadının ortak buluştuğu bir noktaymış bu çıkarım. Gelin görün ki toplum bu ortak görüşü paylaşamıyor. Bireylerin oluşturduğu toplumun kendine has ayrı ortak bir belleği var. Bu bellek hangi masallarla oluşturuluyor dersiniz? Ve bu, toplum aracılığıyla bireylere giydirilen kabuklara dönüşüyor zamanla.
O zamanlar Jack London, Ernest Hemingway, Victor Hugo ve benzeri büyük yazarlar vardı etkilendiğimiz. Çocukluğumuz Şirinler’in sosyal öğretileriyle ve de ihanete uğrayıp sonunda mutlu sona ulaşan Şeker kızlar, gölgelerin gücü adına diye seslenen He-man’ler, She-ra’lar, gizli kahraman Superman’ler, Kemalettin Tuğcu okumayın diyen ilkokul öğretmenlerimizi anlamaya çalışmakla geçmişti. Alt beyinlerimiz atalarımızın sürü psikolojisinden nasibini almıştı. Ama içimizde bir isyan, her an patlayacakmış gibi duran bir volkan homurdanırdı sanki sürekli.
Büyüklerin eğitirken ne kadar seçici olmaları gerektiği konusunda muazzam bir örnek duruyor karşımızda. Şirinler gibi birlik duygusunu verebilecek türden çizgi kahraman örnekleri sunmak varken ya da Alice’in Harikalar Dünyasını keşfe çıkabilecekken, neden Rapunzel, Kül Kedisi gibi kızları rüyalara daldıran hikayeler sunulur…
Büyüyünce de çoğunlukla Barbara Cartlant türünde pembe dizilere rağbet kaçınılmaz olur elbette.
Yıl 2012 oldu. Hala masallar anlatılıyor.. Yazılıyor. Bu arada her birimiz diğerinden ayrı sanıp kendimizi, dışlanan psikolojisine bürünüyoruz. Oysaki ne prensler ne de prensesler, ne cadılar ne de üvey kardeşler birbirinden ayrı. Hatta hatırlanmalı ki aslında en can alıcı düşmanımız en yakın dostlarımız olabiliyor…
Kadınların baskılandığı bir toplumda, onlar artık bırakın prensesliği insan muamelesi görmeyi özler olmuş.
Kadın tutsak olup özgürleşemediğinde asıl erkeğin özgürleşemediğini anlatmak farz olmuş.. Birbirini tamamlayan bu iki cinsten sadece birinin hakimiyeti dengenin yitmesine neden olmuş. Erkeğin mantıksal, bilimsel, sol beyin merkezli kafası, dünyayı sağ beyin hakimiyetli dişi gücün, duygunun, vicdanın, anaçlığın gücünden alıkoymuş yüzyıllardır. Dengenin geri gelmesi, tüm insanlıkta uyanışın gerçekleşmesi için, insanlığın cinsiyetçi kavgasının sürdüğü girdaptan geçmek gerekiyormuş…
“Bize Masal Anlatmayın” adlı oyunda işkence belasına, faili meçhul cinayetlere, tecavüz trajedisine, namus, töre konularına varana dek geçmişten günümüze tüm toplumun ayrımsız gerçeği olan acı dolu yaşamların izlerini görüyorsunuz. Kadınların yaşadıkları ortak acılar ne etnik köken dinliyor ne de ırk!
Oyunda Uyuyan Güzel’lere, kurdun tuzaklarından kaçan Kırmızı Başlıklı Kız’lara, kuleye kapatılan Rapunzel’lere ironik göndermeler yapılıyor.
Oyunda, kadınların çektiği ızdıraba feminist yaklaşımlarla bakılıyor…
Faili meçhul cinayete kurban giden bir adamın ardından ağlayan yine bir kadın oluyor halbuki…
Ve aslında savunulması gerekenin feminizm değil, eşitliğin, insanın içsel ve dışsal bütünlüğünün oluşması gerektiğinin altının çizilmesi gerekiyor.
Dört kadın oyuncunun oyunu, bedensel, ruhsal bir göç yaşar gibi oynayışlarını izlerken için için ağlıyorsunuz… Oyunda, masalların insanları uyutmuş taraflarına göndermeler yapılırken, yazarları da eleştiriliyor haklıca…
Sahnenin ortasında duran bir sandık. Çeyiz sandığı; kuyu, kutu gibi sembolik anlamlar yüklenerek de kullanılmış. Sandığın içinden çıkan türlü nesnelere metaforik anlamlar yüklenmiş.
Trabzon’dan ve Diyarbakır’dan oyuncularla birlikte gerçekleştirilen oyunda ne yazık ki Trabzon “Serap Berber, Songül Nadir, Nuray Yeşilaraz, Şeyma İdman” ve Diyarbakır oyuncularının beraber oynadıkları seyiri izlemedim. Ancak aldığım duyumlara göre hep birlikte sahnelenen performans çok iyiymiş! Bu arada Diyarbakır ve Trabzon ekibi gösterilerini ayrı ayrı sürdürmeye devam ediyor.
Diyarbakır’daki diğer dört kişilik oyuncu ekibi, siyah elbiseleriyle Zelal Kaya, Meral Kaya, Leyla Takmaz, Sibel Can, çok başarılı bir performans sergilediler.
Vurucu repliklerin dikkat çektiği oyunda, Sevilay Saral, Süreyya Karacabey, Pelin Temur, Zeynep Kaçar ve Tuncer Cücenoğlu’nun çalışmalarından alıntılar yapılmış…
Bu oyun Dilek Güven tarafından hazırlanan ortak bir proje. Başarılı bir ekip çalışmasının ürünü. Prömiyeri Diyarbakır’da gerçekleştirilen oyuna söz konusu illerin belediyeleri başta olmak üzere birçok kurumdan da destek var. Projede emeği geçen herkesi ve her bir birimi ayrı ayrı kutlarım.
Oyun içeriğiyle, amacıyla zorunlu bir görevi yerine getiriyor. Oyunun sahnelerde olmasının en önemli nedenlerinin başında, iki ayrı şehir insanının birbirlerine özellikle siyasi anlamda oluşmuş olan önyargılarından, kurtulabilmeleri için gerekli bir adım olması geliyor. Bunu da ancak sanat insanlarının duyarlı yaklaşımları anlayabilirdi, böylesine özveriyle kutlanası bir çabayla çalışılabilirdi.
Sanat aracılığıyla, kentler arasında oluşturulabilecek dostluğun gücü, barışa dönüşebilir gibi görünüyor.
Bu yüzden sanat yoluyla her yere her kesime ulaşabilmek önemli.
Bir yanıt bırakın