Amsterdam Theatre RAST, Hollanda’da 2001 yılında Kültürlerarası bir tiyatro grubu olarak Celil Toksöz, Şaban Ol ve Gert de Boer tarafından kurulmuş bir gruptur. Söz konusu topluluk Hollanda Kültür Bakanlığı ve Amsterdam Belediyesi’nden yapısal olarak destek almaktadır. Kuruluşundan bu yana sahnelediği oyunların yanı sıra farklı uluslardan oluşan gençlere yönelik tiyatro kursları ve atölye çalışmaları da düzenleyen Tiyatro Rast, iki yılda bir uluslararası ortak bir yapım gerçekleştiriyor ve oyunlarını, Türkiye, Hollanda, Belçika, Fransa ve Almanya’da sergiliyor. Türkiye’den tiyatrolar ve oyuncularla da ortak projeler üreten bir tiyatrodur RAST. Sahnelerde pek denenmemiş bir yapım olan Dilek adlı çalışma ile fark edildi bir kez daha.
Yazarlığını ve rejisini Rast’ın sanat yönetmenlerinden Celil Toksöz’ün yaptığı oyun; “töre adına işlenen cinayetleri” halk müziği formları ile sorguluyor. Geçtiğimiz Kasım ayında turne programları doğrultusunda Diyarbakır’da Şehir Tiyatrosu salonunda da sahnelenen oyun, Diyarbakır Büyük Şehir Belediye Tiyatrosu ile de ortak bir çalışma yapılarak hazırlanmış.
Oyunu izlerken bir duygu seline kapılıyorsunuz. Her bir sözcük, her bir melodi yüreğinize işlerken, nerdeyse bütünleşiyorsunuz oyunla. Yazar her karakteri ile her kesimden insanın bu oyunda kendi sesini duyabilmesini sağlamış…
Üzülerek belirtmek zorundayım ki; artık klişe olan şu töre, namus olgularını izleyip aynı kısır döngü ile beklenen sonu izleme noktasına varacak oluşumuz pek cazip gelmiyor bana da. Çünkü beklenen sonu değiştirme isteği ile dolup taşıyor her birey oyunu izlerken. Tıpkı Kader gibi, Felek gibi, Cin gibi.. Efsunlama yöntemlerine başvuranlar‘ın aciz çırpınışları gibi… Aslında biliyor görüyor haksız sömürüyü ya da zulmü ve cinayeti kişi. “Nedir insanları böylesine zorunlu kılan bu tragedya” diye kafa patlatmaya başlıyorsun yeniden..
Çünkü bunlar senin düşüncelerin değil. Bunlar büyük annelerinin, büyük babalarının, ninelerinin, dedelerinin düşünceleri! Kaldı ki onlar da ezbere yaşamışlardı.. Belledikleri gibi… Çünkü yaşadıkları yüzyıllar öncesine dayanıyordu… Bu yaşanılan ezbere hayatların dayanağı nedir? Öylesine güçlü bir olgudur ki bu yüzyıllar boyunca insanlar özellikle de kadınlar bu namus kavramına kurban edilmişler/gitmişler. Ne diye kurban edilmişler/gitmişler bir düşünelim bir kez daha? Bu yerleşik düşünceleri değiştirip dönüştürmek midir temizlenme? Yoksa “arınma” kan akıtma ile mi yaşanır? Bu ‘karma’’yı ruhlardan kaldırmak gerekmez mi ilkin? Her birey bunu üzerinden atmalıdır artık!
Karanlık zihniyetler, kirlenen (!) kadını ya da kirleten (!) erkeği kurban ederken “kadının namusu erkeğin namusudur!” noktasından yola çıkmıyorlar mı? Ve silah ya da nikah kullanılarak temizlik işlemi gerçekleştirilmiyor mu? Peki bu temizlik işleminde kirleten konumunda erkek olduğundan; bu kir-pas meselesi erkeğin kir’li oluşundan mı ileri geliyor yoksa kadın mı kirlenmeye uygun bir varlıktır? (…) “Kadının üzerine bulaşan bu kir/leke!” Her ne ise; erkeğin leke bulaştırma potansiyeli ile doğru orantılı mıdır? (…) Yoksa ortada gerçekten bir kirlenme olgusu mu var? Erkek kirlenir mi? Erkek, kirlenir, kirletir, kirletilirse o da ölüm cezasını hak edenlerdendir! (…)Bu “kirlenmek” sözcüğüne de bir temizlik işlemi gereklidir. Nasıl bir kara komedidir? Nasıl bir cinsiyet hegemonyası örneğidir?… Bu noktadan ta siyasete politikaya uzanılır da toplumları yönetmenin gizine varılır!
Bunun gibi “lekeli-kirli-çetrefilli vd.” durumlar karşısında “şerefsiz, namussuz” gibi sözcüklere başvurulur çoğu kez. Örneğin Cin (Emin Yalçınkaya) 1.Erkek’e (Mehmet Taylan Ünal) “şerefsiz” derken yüz ifadesi ile yerinde bir anlam yüklüyordu.. ‘1 inci Erkek de o ezbere hayatların öğretilmiş zorlanmış düşüncelerin baskısına kurban gittiğine tanık olurken, Mehmet Taylan Ünal edilgen bir insan evladı örneğini çok iyi sergiliyordu.
Dilek’i izlerken her bir karakterin jest ve mimikleri ile türkülerin ayrı boyutlarda aynı feryatla dile getirilişine tanık oluyoruz. Yazar özellikle dört karakterinde (Dilek, Cin, Kader ve Felek) kısa ve öz ifadeleriyle sorguluyor, sorgulatıyor olan biten ne var ise! Dilek’in “sevmek suç mu?” deyişi yetiyor da artıyor bile… Dilek’in erkek kardeşi ile karşılaşmasından sonraki o “sessiz çığlığı” ise, sözcüklerin yetersizliğini vurguluyor adeta. İçinde bağıran ünlemi yüzünüzde hissediyorsunuz sanki. Evet bazen sessizlik, binlerce sözcüğe eş değerdedir.
Oyunun sempatik ve de güçlü tiplemeleri olan “Cin, Kader, Felek”, aynı zamanda oyun metininin lokomotifleri durumundadır. Yazar bu kahramanlarla hem konuya hem de oyunun akışına farklı bir boyut kazandırmış oluyor…
Müziklerini Cebrail Kalın ve Selim Doğru’nun yaptığı oyunda solist – oyuncu olarak yer alan seslere antik tragedya örneğinde olduğu gibi “Cin, Kader, Felek”i oynayan oyuncuların da rap formuyla eşlik etmeleri oldukça etkileyici olmuş… Sahne ve kostüm tasarımlarını Claude Leon, ışık tasarımını ise Yüksel Aymaz başarıyla gerçekleştirmiş. Özellikle uzun hava ve hoyrat denilen halk müziği formlarının işlevsel ve etkileyici gücünü sahnede görmek ise oyunun diğer başarılı bir yanı..
Türkülerin tertemiz, saf, coşku dolu dünyasının, yanık seslerin içinize işleyen yankısıyla ve doğu-batı ezgileriyle harmanlanıp sunulması ve bir operanın ilk kez türkü formatında izlenmesinin sağlanması gerçekten de etkileyici… (Bence bu türküler bir albümde de toplanmalıdır.!)
Töre Gerçeğinden Oyunculara
Theatre Rast’ın oyuncularından ‘anne’ rolündeki Çiğdem Çiftçi olağanüstü sesiyle, anne yüreğinin yumuşaklığını, aynı zamanda hem anne gücünü hem de onulmaz çaresizliğini yaşattı izleyenlere. Gülseven Medar, Dilek’i, ölçülü oyunculuğu ve güzel sesi ile başarıyla canlandırırken, Şafak Pala, genç olmasına karşın, başarılı yorumuyla nine karakterinin üstesinden geldi.
Başta Erkan Tekçi (baba) olmak üzere, Emre Kızıl (erkek kardeş), Murat Şener (2 nci erkek), oyunun dramatik sürecinde üzerlerine düşen görevin üstesinden gelmeyi başardılar. Baba’nın kavalının ezgisiyse; duygularını gizleyen bir babanın iç sesi gibi etkiledi beni ve seyircileri…
Sahnede can bulan masum bir aşk öyküsünü ve törelerin kıskacındaki namus olgusunu, ironik göndermelerle ve metafiziksel yaklaşımlarla da destekleyip sergileyerek halkın inançlarını, halkın törelerine bağlılıkları üzerinden ele alarak irdelemek.. İşte asıl başarılan budur. Kaldı ki Cin, Felek, Kader kavramlarını kişileştirerek son derece başarılı tiplemeler oluşturup, bu kadar trajik bir durumda bile insanları güldürmeyi sağlamak… Bu üç tiplemeyi canlandıran ve üstün performanslarıyla göz dolduran DBŞT’nin başarılı oyuncuları Mehmet Emin Yalçınkaya (Cin), Mesut Erenci (Kader), Vural Tantekin (Felek); opereti canlandırıp, melankolik havasından kurtaran unsurlardı. Mesut Erenci’nin “Erkek kardeşin efkarı” adlı şarkı sözlerini yorumlarken yaptığı rap dansı ise, görülmeye değerdi doğrusu.
Theatre Rast, bu oyunla töre gerçeğini ortadan kaldıramaz ama sesi yitmiş olan kurbanların izinin silinmesini engeller.
Dilek; oyuncularından, müzik ekibine, rejisinden, ışıkçısına kadar; kompozisyonu, koreografisi ve türküleriylegörülmeye değer bir oyun…
Bir yanıt bırakın