“The Dig” filmini, müze ve müze eğitimi, arkeoloji ve sanat tarihi açısından değerlendirme yazısı.
KAZI, SAVAŞ Ve GERİYE KALANLARLA MÜZECİLİK OLGUSU
“The Dig” Kazı biyografik İngiliz yapımı bir film. Gerçek hikayeye dayalı tarihi drama 2021 yılında yapılmış. Bu sakin ama izlemesi keyifli filmdeki oyuncuların da performansları başarılı.
Simon Stone’un 2007 yılında yazdığı, aynı adlı romanını yeniden hayal etmiş gibi not oranı yüksek olsa gerek John Preston yeniden tasarlayıp sinemaya uyarlamış.
6.ıncı yüzyıl Anglo-Sakson hazinesinin keşfi hakkında heyecan duyulmuş olmalı çünkü böylelikle o dönemlerde paranın altının, medeniyetin de olduğunu anlamış oluyorlar.
Fakat İngiltere 1939 yılında 2. Dünya Savaşına girmeden kısa bir süre önce o gergin atmosferde sanki kazıdan çok insanlara, insanlık dramına odaklanıyor aslında…
Ağır ilerliyormuş gibi gelebilir ama ufacık dokunuşlarla heyecan uyandıran süslü aydınlatıcı noktalar var böylelikle tatmin edici.
İnsanlık tarihinde bir milletin yüzyıllar sonra günümüze ulaşmasının muazzam sürecini anlatımıyla etik değerlere de dokunması dikkat çekici.
Kazıda müzede yer alması gereken eserlerin tesbiti için böyle krolonojik bilgilere ihtiyaç var. Bunu ortaya çıkaran Basil, arkeologların akademik eğitimini dışardan kendini yetiştirerek tamamlamıştır. Bu nedenle çalışmaların hakettiği şekilde takdir edilmesi tarihe atılmış onurlu bir imza olur düşüncesiyle hareket ediyor. Her ne kadar çeşitli insanların düşüncelerinin pazarlıkları incitici olabilse de.
Kazıcının nitelikli olmanın önemini vurgulayan diyalogları hemen farkediliyor.
Eğer Akademik bir alanda çalışmıyorsanız yine de anlamlı ve kalıcı bir şey yapmak için nasıl bir yol izlenmeli? Akademik olmak gerekli mi?
Sorularıyla başbaşa bırakırken sorgulamaya da devam ediyor.
Toprağın altı üstünden daha mı kıymetli yoksa üstündekiler mi anlamı belirliyor?Hazineleri içinde barındıran toprak tarihin tozlu geçmişinden ipuçlarını verirken tozlarını süpürerek gerçeğe ulaşmanı bekliyor. Bunu yaparken kazı anlarında çekilen fotoğraflarla geçmişteki şeyleri de düzeltmenin bir yolunu da gösteriyor bize. Böylelikle geçmişin sanat tarihi izindeki keşfini yaparken şimdiki zamanda o fotoğraflarla müzenin arşiv kayıtları için öneri sunmuş oluyor. Yaşamın kendisinin ortaya çıkması için yapıldığı söylenen bu kazıların asıl kahramanlarının kimler olduğu yönündeki iletisi oldukça güçlü farkındalık uyandırıcıydı. Dipnot olmak kimin kimlerin inisiyatifinde? Bu ciddi etiksel bir durumdur. Tarihten günümüze, doğru hakiki bilgiyi insanlara ulaştırabilmek her anlamda etiksel bir yaklaşımla olması gerektiği manada bir açılım sağlamış bu filmin gerçek olaya dayanması ve bu etiksel niteliğin vurgulanması ön plana çıkarılması iletinin sağlamlığı açısından da senaryonun başarısını sağlamış.
Vurucu repliklerle ve daha pek çok repliğe rağmen, müze ve müze eğitimi noktasında sanatın sanat tarihinin, arkeolojide insanların geride bıraktıklarının kime kimler için değerli olur noktasında sanki gidenlerden mesajlar aktarıyor: ”
Bir yüzyıl bir anda gelip geçiyorsa;
Bizden geriye ne kalacak?
Kısacık ömürlere bin yılları sığdırmak.
Çabalasak da olmuyor bazen. Emeklerin tümü boşa gitmemeli. Bu nasıl mümkün.
Bize öldükten sonra ne oluyor? Yaşam formu dünya hayatıyla sınırlı olmasa da dünya hayatı için geriye kalan kalıntılar neden önemli hale geliyor?
Bizler süregelen bir şeyin parçası mıyız?
Yani aslında ölmüyor muyuz?
Ve
Yaşam akıp gidiyor,
Bazı anlara sarılmak gerekiyor. ”
Bütün bu kazılar, çekilen fotoğraflar, bulunan hazineler, insanın insana olan sevgisi, insanlığın bir iz bırakma gayreti savaşın gölgesinde bile bu denli kıymetli galiba…
21.Mart.2022
Asmin Nimet SİNGEZ
ASmiN.Singez
www.asminnimetsingez.com.tr
Danışman: Doç Dr. Genç Osman İlhan
Bir yanıt bırakın